ALEYNA GÜMÜŞ

Üfleyip geçme, tanı karahindibayı…

Küçükken tarlaların içinde ya da bir yolun kenarında gördüğüm ve koparıp üflemeyi en sevdiğim çiçekti. O bir anlık üfleyişle, etrafa yayılan tohumlarını izlemek büyük bir keyif verirdi bana. Zamanla bu çiçekle aramdaki bağ daha derin bir anlama dönüşmüştü. Her üflediğimde bir dilek tutar, tohumlarını gökyüzüne yollardım. Dileğimin gerçek olması ümidi ile… Çocukluk ve masumiyetin sembolüdür karahindiba. Sonradan öğrendiğime göre de çiçeklerin ve bitkilerin dilinde güveni, gücü ve umudu simgeliyormuş. Demek bu yüzdenmiş küçük bir çiçeğe sırtımı dayamalarım. Küçük sarı bir çiçektir aslında karahindiba. Fakat nasıl oluyor da beyaz tohumlarını üflediğimiz ve aslında rengi sarı olan bu çiçeğe neden  “karahindiba” denildi hep merak etmiştim. Çoğu insan gül, papatya, menekşe severken ben bir karahindibaya tutulmuştum. Herkes sevemez karahindibayı. Güzel dilekleri olanların umududur o, herkesin üflemeye nefesi yetmez. Mesela bir gün batımında ılık ılık eserken rüzgâr koşuyorum ellerimde Karahindibalarla. Saçlarımda güneşin kızıllığı, tek tek topluyorum karahindibaları tarlaların arasından geçerken. Ve hiç olmayacakmışcasına yine bir dilek tutuyorum. Çünkü severiz imkansızları dilemeyi fakat inanmaktan vazgeçmeyiz bir karahindibayı üfleyerek. Zaten inanmasa, hayal kurmasa, dilek dilemese geriye neyi kalır şu insan denen varlığın? Sahi insan dileklerinden ve gerçek olmayan düşlerinden mi ibarettir? Bu dünyanın sert yağmurlarında ıslansa daima, güneşi nasıl açar? İyi dilekler dillerden değil, gözbebeklerinden düşerdi. Bir “giz” uğruna tutunurdu insan karahindibaya. İnsan hayatı boyunca bir “gizi” yaşar. Karahindiba bahane. Bir “giz” uğruna tüm çabalar, dilekler…


Yorum bırakın

BİŞNEV DERGİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et