FATMA ZEHRA AKYİĞİT

Sıcağın bağrı…

Yayla mevsimi çoktan gelmiş.

Kışın ılığa yazın serine alışmış bir yayla güzeli çocuk… Hiç yanmamış sarı sıcakta hiç donmamış kara soğukta. İlk baharı içinde kalmış, kalan son baharını yaşar gibi kalemi.

Kışın okul yolunda yanakları buz gibi rüzgâr yanığı, yazın teni güneş kavruğu, sivrisineklerin boynundan öptüğü çocuk var bir de… İçindeki baharlar gülüşüne, gözlerine yansımış, güneşi yüreğine ayazı efkarına…

Tramvay geldi nihayet.

Yollara revan olmak elzemdir.

Kırk deve yükü yolluk alıp yanına, hepsini yük edinmek sırtına…

Kırk yama vurup bir göyneğine, kırka bölüp bir lokmanı, hiçbirine minnet etmemek, gitmek yoluna…

Kırk gün ter döküp alnından, kırk gece yaş, kırk yıl emek verip yollarda, kırkından sonra kırk yerinde kırk ağrıyla oturmak bir kanepeye, yorulup yürümekten fakat uyuyamamaktan sebep dinlenememek, bir sağa bir sola dönüp durmak. Ve durmak…

Sıcağın bağrı alev almış, nefesi ılgın meltem, göz altları kışın soba yanı minderini gözlemekte, kalbi tramvayın bir gün uğramasını umduğu sılayı…

Tramvay, uzun yolu kısaltmaya yarar aslında nereye gideceğini bilen ayaklar için. Gurbete gideceğini bilen hayatlar içinse iki ileri bir geri adımlarca zaman alır o tramvaya binmek meselesi.

Yolun ağzı…

Tramvay gelmiş, kapılarını açmış bekliyor ki yolcusu adım atsın içeri, bir adım daha, hep ileri, hep ileri gitmek üzere yolculuk başlasın…

Yolcuda bir gürültülü sessizlik hâli…


Yorum bırakın

BİŞNEV DERGİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et