NEFESİ / ORHAN ÖZER

               Saat sabahın 07:30’u gibi. Ana yola yakın işyerimizin kapı giriş tarafını, araçlar geçerken toz kalkmasın diye suyla ıslatıyorum. 

Yol kenarına ve girişe su tutunca park halindeki şahıs aracımında alt kısımları çamur olmuştu. Tabi öyle olunca çamur kurumadan temizlensin diye araca da su tutmaya başladım. 

Sağ tarafı yıkayıp arka kısma geçince bir anda arkamdan toz fırtınası gelip geçti. 

Daha ne olduğunu dahi anlayamadan patırtı kütürtü seslerine bıraktı yerini toz fırtınası. 

Hafiften soluma döndüğümde yol kenarındaki bariyere çarpan bir aracın havada uçtuğunu ve yön tabelasına vurmasıyla takla atıp toprak zeminde ilerlediğini görmüştüm.

 Sağ tarafta bulunan erik ve dut ağaçları aracın hızını yavaşlatmış çok fazla ileri gidememiş az ötede durmuştu. (tabi o an aklıma gelen ilk şey, bir kaç dakika önce hatta saniyeler öncesi geçmiş olsaydı bana vurması, vurduğu gibi de beni havaya fırlatması ya da ezip geçmesi kaçınılmazdı. Neyse ki verilmiş sadakamız varmış.) 

Elimdeki hortumu bırakıp kaza yapan araca doğru koşmaya başladım. Fakat araçta patlama olma ihtimaline karşı yaklaşınca biraz duraksadım. Sanırım bir çok trafik kazasına şahit olduğumdan olsa gerek fazla heyecana kapılmadan soğuk kanlı davranıyordum. 

Aracın yanına yaklaştığımda sağ tarafta yerde yatan yaklaşık 30 yaşlarında bir erkek kazazedenin yattığını gördüm. Aracın içerisinde başkaları da var mı diye araca yöneldiğimde arkamdan koşup gelen arkadaşımın “abi yaralı var mı?” Sorusuna elimle yerde yatan kişiyi işaret ederek onunla ilgilenmesini söyledim. Ben aracın yanına vardığımda şoför de araçtan yeni çıkıyordu.

    Şoföre, 

– araçta başka kimse var mı? 

Diye sorduğumda 

– var. (yerde yatan kişiyi işaret ederek) 

– ikinizin haricinde başka kimse var mı? (sorumun cevabını beklemeden aracın içerisine bakıyordum) 

– Hayır yok 

– senin durumun nasıl? Var mı herhangi bir şey? 

– iyiyim ben 

Araç çalışır durumda olduğu için ilk önce aracın kontağını kapatıp istop ettim. 

Daha sonra da yerde yatan şahsın yanına gittim. 

– Emin 112’yi aradın mı? 

– aradım abi 

– tamam sen işyerine geç ben ilgilenirim. 

Yerde yatan kazazedenin görünür bir kanaması veya kırık gibi herhangi bir şeyi olup olmadığını kontrol ettim. Fakat görünürde bir şey yoktu. 

Sonra da kendisine sordum. 


– Bir yerinde ağrı felan var mı? 

– Karnım ağrıyor

Eliyle karnını tutarken konuşmada zorlanıyordu. 

Penyesini yukarı doğru kaldırıp karnına baktım. 

Yan aynanın çapında içi boş dairemsi kızarıklık vardı. Tamda göbek kısmında. 

Bilincinin açık olup olmadığını anlamak için bazı sorular sordum. 

– adın ne? 

Bu durumdaki birine sorulacak soru mu? Der gibisinden yüzüme baktı. Cevap vermedi. Verdiyse de ben anlamadım. Çünkü ağrıdan dolayı devamlı kıvranıp kendince bir şeyler diyordu. 

– seni buraya araç mı fırlattı? 

Bi şekilde konuşturmam gerekiyordu. Onun için bu zor olsa da… 

– kendim indim, aaağğ aaağğ, çok ağrım var. 

Zar zor konuşmuştu. 

Şimdilik yeterliydi. En azından bilincinin açık olduğunu biliyordum. 

O esnada şoför olan da yanımıza geldi. 

Elindeki sigara paketiyle çakmağı bilinçsizce bana uzattı. (Birini de yakmış içiyordu.) Niye verdiyse. Belli ki daha kazanın şokunu atlatamamıştı. Zaten bu kadar kısa zamanda atlatması da beklenemezdi. 

Sürekli telofanla birileriyle konuşuyor ikide birde ambulans çağırdınız mı? Diye soruyordu. 

Çağırdık deyince de niye gelmedi? Diye yanıkıyordu. Bense gelir şimdi demekle yetiniyordum. 


       Bir olay olduğu zaman ambulans veya polis gibi yardım birimlerinin saniyeler içinde ışık hızıyla olay yerinde olmasını istiyor 5/10 dakikalık gecikmeyi dahi kabul etmeyip veryansın yapıyoruz. 

Oysaki aradaki telefon trafiğini ve her ne kadar hazırda bekliyor olsalar da onların da ufak bir toparlanma, araç binip yol gelme gibi geciktirici sebeplerinin olduğunu düşünemiyor veyahut düşünmek istemiyoruz. 

Evet belki olayı bire bir yaşayanlardan bu anlayışı olayın şoku ve korkusundan dolayı beklememiz tam olarak doğru olmayabilir. Fakat hadisenin dışındaki kişiler de maalesef aynı hatayı yapıyor. 

Sanırım biraz tez canlıyız bizler… 


Neyse ki şoför olan şahıs telefon konuşmasını bitirmişti. En azından şimdilik… 


Biraz kızarak biraz da sitemle… 

– Ne yaptın sen böyle? Acelen neydi? Ne diye hız yapıyon, iyimi oldu şimdi? 

Soru yağmuruna tutmuştum. Fazla yüklenmek istemiyordum o durumdaki birine ama hatasını da bilmesi lazımdı. 

Belki bir daha aynı hatayı yapmaması için…

– Hızlı mıydım ki? Yok hızlı değildim. En fazla 100/110… 

– Ne 100/110’nu 140/150’den aşağı değildi hızın. Neredeyse beni de biçiyordun. 

Gerçekten de hemen arkamdan geçmişti. Aramızda bir metre ya var ya yoktu. Bir nevi ölüm bizi teğet geçmişti. 

Biraz pişman biraz da suçluluk haliyle başını aşağı eğerek… 

– Var mıydı? O kadar hızlı değildim. (kabullenmek istemiyor gibiydi suçunu veya gerçekten farkında değildi.) 
Hatırlamıyorum nasıl oldu. Buraya nasıl geldim. 

– Hatırlamazsın tabi uyumuşsun. Madem uykun geldi çekip kenara dinlesene abiciğim. 


Arkadaşının yanına çömeldi bir şeyler sordu ona. 

Arkadaşı da yarım yamalak cevap verdiyse de kürtçe konuştukları için konuşmayı anlayamamıştım ben. 

– Memleket nere? 

– Urfa, ambulans niye gelmedi? 

– anca…

Gelir şimdi. 

Ve gelmişti ambulans. Hemen arkasından da polis ekipleri…

Ambulans aracı geri geri gelmekte zorlansa da Emin’in yardımıyla olay yerine gelebilmişti. 

İki bayan, bir de şoför üç kişiydi sağlık ekibi. Hemşire veya doktor. (o an farkedemedim) 

– hastanın durumu nasıl? Sorusuna, 

– bilinci açık, görünürde bir yara yok fakat şiddetli karın ve bel ağrısı var. İç kanaması olabilir. 

Diye cevap verdim. 

– tamam biz bakarız şimdi. 

Sağlık ekibi ve kazazede arasında içerisinde su olmayan fakat biraz derin ve özellikle de kenar kesimlerinde uzun otların karşıya geçişi zorlaştırdığı bir su kanalı var. 

Sağlık ekibi geçecek fakat nasıl geçeceklerini düşündükleri hallerinden belli oluyordu. 

Elimi uzatıp 

– hemşire hanım isterseniz yardımcı olayım. 

– teşekkür ederim 

Deyip elimden tutarak karşıya geçti. 

Daha sonra diğer görevliye de

– size de yardımcı olabilirim 

İlk başta nedenini bilmediğim kısa bir tereddütten sonra (sanırım düşerim diye korktu) o da aynı şekilde elimden tutarak karşıya geçti. 

Onlar da benim sorduğum ve benzer soruları kazazedeye sormaya başladılar. Onlar hastayla ilgilenirken ben de her olayda olduğu gibi kiminin meraktan kimininde yardımcı olabilmek adına toplanan yol kenarındaki kalabalığa, 
“Lütfen yolunuza devam edin, aksi halde başka bir kazaya sebebiyet vereceksiniz.” İkazını yapıp yollarına devam etmelerini söyledim. Sağ olsun onlar da itiraz etmeden araçlarına binip devam ettiler. 

Tabi bu arada polis arkadaşlar da bilgi almak ve rapor hazırlamak için şoförü yanlarına çağırıyor o ise sürekli telefonla konuşuyordu. 

En sonunda ben bir taraftan polis bir taraftan kızıp 

– bırak şu telefonu, sonra konuşursun 

Deyip azarlayınca o da konuşmasını bitirip polisin yanına gelmişti. Aslında ne benim ne de polisin niyeti kızmak ve azarlamak değildi fakat şokta olduğu için bazı şeyleri tam olarak idrak edemiyor söylenenleri de ya duymuyor yada önemsemiyordu. 

Sağlık görevlileri hastaya boyunluk takıp hazırlıklarını tamamlamışlardı.

Kazazede, 

– çok ağrım var. N’olur bana ağrı kesici yapın deyip yalvarırcasına sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu. 

Sağlık görevlileriyse her seferinde tamam deyip sakinleştirmeye çalışıyorlar fakat sanırım henüz  teşhis konulmadığı için herhangi bir ilaç tedavisi uygulamak istemiyorlardı ki iğne yapmadılar. 
Sağlıkçılar tarafından ilk yardım müdahalesi yapıldıktan sonra sıra kazazedeyi ambulansa taşıma işine gelmişti. Hastanın hemen yanına paralel bir şekilde bez seyyar sedye açtıktan sonra biraz duraksama oldu. 
Sanki “hastayı sedyenin üzerine nasıl alırız” düşüncesi hakimdi. Veyahut ben öyle algıladım. 
Ne yapılacağını onlardan daha iyi biliyormuşcasına (ki muhakkak onlar benden çok çok daha iyi biliyorlardı) 

– hastayı sağ tarafına doğru biraz yatıralım biz yavaştan (ambulans şoförünü kastederek) Siz de sedyeyi hastanın altına sürün. Diye öneride bulundum. Belki de biraz aceleci davranmıştım. 


Ambulans şoförü, 

– bir kaç kişi yukarı doğru kaldıralım. Siz de sedyeyi altına sürün. 

Deyince ben bir kez daha aceleci davranıp, 

– o şekilde olmaz. Ya adamın bir yerinde kırığı felan varsa, belki iç kanaması vardır. Zarar veririz. 

Diyerek müdahale etmek zorunda kalmıştım. Neyse ki bayan sağlık görevlileri de benimle aynı fikirdeydiler. Zaten doğrusu da oydu. Nihayetinde hastayı sedyeye almıştık. Fakat bu sefer de kanaldan geçme sıkıntısı vardı. 

Bayan sağlıkçılardan biri “polisler de bize yardım etsin. Hep beraber taşıyalım.” Deyince ambulans şoförü polis arkadaşları yardıma çağırdı. 

Bense o şekilde kanalı geçemeyiz. Bir kaç kişi kanalın diğer tarafında dursun, biz bu taraftan uzatırız onlar da o taraftan tutar. Sonra biz de karşıya geçeriz dedikten sonra ambulans şoförünün itirazını beklemeden polislere 

– abim siz orada bekleyin, karşıdan alırsınız.

 Dedikten sonra taşımaya başladık. Ve nitekim o şekilde kanalı geçip hastayı ambulans aracına aldık. Kaza aracının sürücüsü de ambulansa binince hastaneye doğru yola koyuldular. Onların ardından polis ekibi de kısa sürede işini bitirip gitmişti. Geriye ise pert olmuş bir araç ve çevredeki ufak tefek hasarlar kalmıştı. 

Ve tabi bir de ölümün teğet geçtiği ben. 

Ertesi gün gelen jandarma trafik ekibinden hastaneye kaldırılan kazazedenin tahmin ettiğim gibi iç kanamasının olduğu ve maalesef durumunun çok kritik olduğunu öğrenmiştim. 
İşte bi anlık uyku ve çoğumuzun vazgeçemediği aşırı hız sonucu geride acı bir tablo daha çizilmişti. 

Ölüm bu gün bizi seçti

Kendince kefenim biçti

Şükür daha günüm varmış

Yanı baştan teğet geçti.


Yorum bırakın

BİŞNEV DERGİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et